”Sadece içimde susmak istemeyen bir ses olduğu için yazıyorum.”
-Sylvia Plath
Uzun zamandır tanışmak istiyordum Sylvia Plath ile, kısmet bugüneymiş. 1932 doğumlu, ABD’li şair ve yazar Sylvia Plath, 1963 yılında kendi elleriyle hayatına son verir. İntiharı oldukça ilginçtir; ikinci kattaki odalarında uyumakta olan çocuklarının yanına süt ve kurabiye bıraktıktan sonra, odalarının kapısını da içeri gaz girmeyeceğinden emin olmak üzere bantlayarak kapatır ve kafasını fırının içine sokarak intihar eder.
Yazarın ilk ve son romanı olan Sırça Fanus’un yayınlanmasından 1 ay gibi kısa bir süre sonra gerçekleşen intiharı oldukça dikkat çekmiştir. Plath hayatı boyunca ileri derecede manik-depresif bozuklukla boğuşmuştur ve yarı otobiyografik romanı olan Sırça Fanus’da bunun izlerine rastlamak mümkündür.
”Bir erkeğin egemenliği altında olmanın düşüncesinden bile nefret ediyordum.”
Sylvia Plath, feminist bir yazardır. Aslında Plath, yazar değil de daha çok şair olarak bilinir. Çünkü, tek ve oldukça ünlü romanı Sırça Fanus’tur. Romanı, birçok kişi tarafından ‘ilk Amerikan Feminist Romanı’ olarak değerlendirilir. Kitapta da kadın erkek eşitsizliğine değinir.
”Bir kadının bir tek temiz yaşantısı olması gerektiği, oysa bir erkeğin biri temiz, öteki kirli iki yaşantısı olabileceği düşüncesi beni çileden çıkarıyordu.”
Plath, Sırça Fanus’ta, erkeklerin yapıp, kadınların neden yapamadığını sorgular. Bu yüzden kadınların bir fanus içinde yaşadığını, kısıtlı bir hayatları olduğunu vurgular.
”Sırça fanusun içinde ölü bir bebek gibi tıkılıp kalan insan için dünyanın kendisi kötü bir rüyadır.”
Kitabın konusundan biraz bahsetmek gerekirse;
Esther Greenwood, New York’ da bir dergide staj yapan genç bir kızdır. Stajı kapsamında New York’ta bir kadınlar otelinde kendisi gibi staj gören diğer on iki kızla beraber kalmaktadır. Başlarda Greenwood’un New York maceralarına ve arkadaşlarıyla olan ilişkilerine yer verilir. Yakın arkadaşı olan Doreen, New York’ daki son gecelerinde Esther’i dışarı çıkmaya ikna eder ve ona bir arkadaş bulur. Fakat bu arkadaş tam bir kadın düşmanıdır. Gecenin sonunda tartışırlarken Esther’in elbisesini yırtar, dövmekten beter eder. Bu kötü geçen son gecenin ardından çeşitli zorluklarla da olsa Esther evine geri döner. Fakat döndüğü gibi kötü bir haberle karşılaşır. Bir yazarlık kursuna başvurmuştur Esther ve tüm umudunu bu kursa bağlamış, fakat kabul edilmemiştir. Ve bu her şeyin başlangıcı olur. Esther o andan itibaren kendini bir fanusa kısılmış gibi hisseder.
”Kendimi duygusuz ve boş hissediyordum, aklım, paramparça olmuş hayallerimin kırıntılarıyla doluydu.”
Bir ay boyunca hiç uyuyamaz, yazamaz, okuyamaz ve sonunda annesi onu bir psikoloğa götürmeye ikna eder. Psikolog da onu akıl hastanesine yönlendirir. Esther’in yaşadığı çöküş, uygulanan şok tedaviler, çeşitli intihar girişimleri ve çok daha fazlasına yer verilmiştir Sırça Fanus da.
”Sessizlik bunaltıyordu beni. Sessizliğin sessizliği değildi bu. Benim kendi sessizliğimdi.”
Ufak bir eleştiri yapmam gerekirse eğer kitabın konusu ve kurgusunu beğendiğim halde anlatımında çok keskin geçişler söz konusu. Bir diyalogtan, bambaşka bir diyaloga ani geçişler beni biraz rahatsız etti. Yine de okuyun, okutun derim.
”Çünkü nerede olursam olayım -bir gemi güvertesinde, Paris’te bir sokak kafesinde ya da Bangkok’ta- hep aynı sırça fanusun içinde kendi ekşimiş havamda bunalıyor olacaktım.”
Yazar: Fatma Eşpek