Türk şiirinin çınarlarından Fazıl Hüsnü Dağlarca, aramızdan ayrılalı 9 yıl oldu.
Onun yarattığı şiir, bir dönemin en büyük ilerleyişine ev sahipliği yaptığı gibi, duyguların da nefes alıp verebildiğini gösteren en önemli dizelerle kurulmuştu. Çünkü Dağlarca, şiirle birlikte etrafında dönen doğayı da hissediyor, kurduğu dizelere tek tek ekliyordu. Onun kurduğu şiir başka bir dünyanın kapılarını aramakla birlikte kendini yeniden tanımlayan bir yoğunluğa sahipti.
Yazar Ayhan Bozkut‘un Dağlarca’nın son dönemlerinde şairle yaşadığı anıyı ve sonrasını sizler için derledik.
Yazar Ayhan Bozkurt, ilk kitabı basılmadan hemen önce Fazıl Hüsnü Dağlarca’yla sokakta karşılaşır.
Üstelik şairi ilk görüşte tanıyamaz, yanındaki arkadaşı uyarır, “Şansa bak, Dağlarca geçiyor.”
Bunun üzerine oturduğu yerden kalkan Bozkurt, hemen şairin yanına giderek koluna girer ve “hocam merhabalar, nasılsınız” diye sorar.
Büyük şair, bu hareketten pek hoşlanmamış olacak ki Ayhan Bozkurt’u bastonuyla sertçe iter ve “Kimsin sen” diye sorar.
“Şairim” cevabını alan Dağlarca, büyük bir sinirle bastonuyla vurmaya başlar ve “Ben 100 yaşına gelsem şairim demem kendime” der.
Ayhan Bozkurt, her ne kadar özür de dilese fayda etmez. Dağlarca, “Şair olmak kolay değildir. İyi şiir yazmakla şair olunmaz.” diyerek oradan uzaklaşır.
Aradan uzunca bir zaman geçer ve Bozkurt, şairi Kadıköy’deki evinde ziyaret eder. Dağlarca, “Şairlik halim selimliktir” der, “Bu halk var ya, kişilik sakatlığı yaşıyor, şiirden ne anlar, ben ne diyorum ki… Sen şairsen bir namazın en önemli rekatındasındır yazarken.”
Ve usta şair Fazıl Hüsnü Dağlarca, konuşmasını öğütler ve tavsiyeler vererek sürdürür.
“Artık dünya üzerinde şiirin pek önemi kalmadı. Bu çağın getirdiği bir durum. Biz şiirle yazışırdık. Yazdığımız şiirler merak edilirdi, elden ele dolaşır okunurdu. Şimdi böyle bir dünya yok… Samimi olmam gerekirse, sinemayla uğraş. Şiir yazma demiyorum ama pek ehemmiyet arz etmeyecektir. En geçerlisi bu.”
Alıntı