Yazarların ve şairlerin dünyaya baktıkları yer, yaşamı algıladıkları yerin merkezinde yer alır. Onların dünyasından yola çıkan düşünceler şiir olur, roman olur, öykü olur. Çünkü dönüşmek, yaşamanın gerekliliği olarak hayatımızın her aşamasına yayılmıştır. Sabahına ve akşamına mutlaka yayılmıştır. Yazarları anlamak biraz da yaşamı anlamaktır. Nazım Hikmet Ran, sanatçı kimliğiyle algıladığı yaşamı şairliğiyle anlatmıştır. Resim yapmıştır ve bir kez daha anlatmıştır. Çünkü sanat, tam da böyle bir sürecin parçasıdır.
Nazım Hikmet‘in son eşi Vera Tulyakova‘nın kızı Anna Stepanova, aynı zamanda Nazım Hikmet‘in de manevi kızıdır. Nazım’a dair hatırladıklarını ve şaire dair anlattıklarını derledik.
“Kocaman biriydi, ağarmaya yüz tutmuş kızıl saçları, masmavi gözleri vardı. Çok güzel tütün ve parfüm koktuğunu hâlâ hatırlarım.”
“Ama en önemlisi bu değildi; en önemlisi benim, 9 yaşındaki bir kızın, elini öpmesiydi. Bu el öpmenin ardından herhangi bir şeyi anlama yetimi kaybetmiştim.”
“Hikmet, aslında kadınları kuvvetli bir tutkuyla severdi. Kadınlara hayranlık duyardı, onları eğlendirirdi. Annem bana, aslında korkunç, bir hikâye anlatmıştı.”
“Bir gün Nâzım bir tramvay kondüktörü kadının elini öpmüş, kadın da ağlamaya başlamış.”
“Çünkü daha önce hiç kimse onun elini öpmemişmiş. Hikmet için kadın çok özel, en iyi insan türüydü.”
“Divanda bağdaş kurup oturmayı, parlak renkleri severdi ve elbette ki sade Türk kahvesine bayılırdı. Hikmet, iyi bir kahve ve yemek gibi zevkleri çok severdi.”
“Hapishane, hapishanedir! Ama Nâzım Hikmet orada çok okudu ve Savaş ve Barış’ı hapishanede çevirdi.”
“Son ve en uzun hükümlü olduğu sürede Hikmet, hapishanenin kültürlü müdürüyle dost oldu.”
“Politeknik Müzesi’ndeki bir gecede ise Mayakovskiy şu sözlerle onu sahneye iteleyip “Türk, git ve oku! Nasılsa kimse bir şey anlamayacak.” diyerek adeta “kutsamıştı”. Kimse bir şey anlamamış ama herkes coşkuyla alkışlamıştı.”
“Makamlar Nâzım Hikmet’i dikkatlice izliyordu. 1990’lı yıllarda KGB arşivleri kısa bir süreliğine açıldığında annem oraya gitti ve bembeyaz bir yüzle, yarı ölü bir şekilde eve döndü. En yakınındaki insanlar bile ihbar yazmışlardı.”
“Hikmet’in bana yaklaşımı çok duyarlıydı. Örneğin benim için uçaklardan şekerlemeler aşırıyordu.”
“Bir hostes, Nâzım’ın şekerlemelerin olduğu tepsiye elini uzattığını görüp diğer hostese Fransızca ‘Ne kadar arsız bir adam!’ demiş.”
“Nâzım aniden Fransızca ‘Ben arsız değilim. Ama küçük bir kızım var.’ cevabını vermiş. Uçuş sonunda hostes aniden Nâzım’a o şekerlemelerden bir paket getirmiş.”
“Nâzım çok erken uyanırdı, kapıya giderdi. Kapının arka tarafındaki posta kutusundan gazeteleri alırdı. Nâzım bir sabah bu şekilde, evin girişinde, gazete almaya giderken öldü.”
“Annem ile Nâzım’ın aşkına şahit olma fırsatı elde ettiğim için şanslıyım.”
Alıntı