Kimsesizdi, yoksuldu, hayata yenik başlamıştı ama o Müslüm Gürses oldu. Hırsından değil, zafer kazanmak için değil hayatı olduğu gibi kabullendiğinden her daim mütevazı yaşadığından Müslüm Gürses oldu. İsmi şimdilerde daha da konuşuluyor çünkü hayatı bir filme konu oldu. Filmi izleyenlerin yorumları benzer; “Nasıl böyle yaşamış yahu, ne çok acı çekmiş.” Kadınların yorumları ise biraz daha öfkeli, eşi Muhterem Nur’a uyguladığı şiddet var çünkü hayatında. Bu durum elbette affedilemez fakat Muhterem Nur onu her defasında affetmeyi seçmiş. “O anları hatırlamıyordu” deyip yol arkadaşına sarılmış her defasında. Çünkü onların hikayesi iki yaralı insanın birbirine tutunma hikayesi. Sanki biri olmazsa öbürü de olmayacakmış gibi…
Gazeteci Gülsen İşeri’nin yazdığı “Ömrümce Ağladım” adlı kitap sayesinde Muhterem Nur’u yakından tanıdık. Annesi Nur’u doğururken hayatını kaybetmiş, teyzeleri tarafından büyütülmüş. 12 yaşındayken tecavüze uğramış, eniştesi tarafından taciz edilmiş. Beyoğlu’nda yürürken burnunun güzelliği nedeniyle keşfedilmiş, 150’yi aşkın filmde oynamış.
İstanbul’dan çok uzakta ise onun filmlerini izleyen bir adam vardı. Mehmet ve Emine Akbaş’ın oğlu Müslüm Akbaş… İlkokuldan sonra eğitimine devam edemeyen Müslüm Adana’da bir aile çay bahçesinde düzenlenen yarışmada birinci oldu. Şarkı söylemeyi çok sevse de para kazanmak için terzilik ve ayakkabı tamirciliği yapıyordu.
Arada bir sinemaya giden Müslüm Akbaş’ın en sevdiği isim ise Muhterem Nur’du. Ama Müslüm kim koskoca Muhterem Nur kimdi? Değil bir araya gelmek, karşılaşmaları bile mümkün değildi.
Sanki hayat yeterince zor değilmiş gibi Müslüm Akbaş’ın başına gelebilecek en kötü şey geldi; Babası annesi ve kardeşini öldürdü. Artık Müslüm için başka bir hayat başlayacaktı ve asla babası gibi biri olmayacaktı. Bunun sözünü kendine vermişti.
Onun için soyadının Gürses olduğu yıllar başlamıştı. Ünü gittikçe artıyordu. Fakat çok alkol alıyor çoğu zaman ne yaptığını hatırlamıyordu. Böyle anlardan birinde platonik aşkı Muhterem Nur’la tanıştı. Fakat sarhoştu ve aralarında yaşanan münakaşa sonucu Muhterem Nur’a tokat attı. Ne yazık ki bu son tokat da olmayacaktı. Ama Muhterem Nur ondan vazgeçmedi. “O bana yeniden hayat verdi ben de onu bırakmayacağım” dedi. İkili Müslüm Gürses’in ölümüne dek hiç ayrılmadı.
Gürses, 1978 yılında Tarsus'tan Adana'ya dönerken geçirdiği trafik kazasında, kendisinin içinde bulunduğu otomobili kullanan sürücü öldü. Öldüğü düşünülen Müslüm Gürses hastanede yaşama tutundu. Hayatı boyunca izlerini taşıyacağı kazada Gürses'in alnı ciddi biçimde zedelendi ve başına beynini koruyacak plaka takıldı. Bu kazadan dolayı koku alma duyusunu neredeyse tamamıyla yitirdi. İşitme duyusu da ciddi biçimde zarar gördü.
Başına bir darbe alması ölmesi demekti. Bu yüzden kendini korumak zorundaydı. Bu işi de Muhterem Nur üstlendi. Müslüm Gürses’e zarar verebilecek maddi manevi her şeyin önünde durdu.
Hiç baba olmadı ama herkes ona “Baba” dedi. Hayranları o şarkı söylerken kendini jiletledi. O hayranlarına hep “Yapmayın” diye yalvardı. Bir hayranı da Gülhane Parkı’nda Müslüm Gürses’i bıçakladı. Kendine karşı yapılan her şeyi affetti. Sonuçta o da garipti, garibin halinden garip anlardı.
Çok para kazandığı dönemlerde bile ne yaşadığı evi değiştirdi ne de dostlarını. Zaten yanında ille de Muhterem Nur olmalıydı. Ona bir gün bile “Muhterem Hanım” demekten vazgeçmedi.
Dürüst konuşmak gerekirse bazı çevreler onu hor gördü, beğenmedi hatta aşağıladı. O çevrelerin Müslüm Gürses’le tanışması çok geç oldu. Ama o saatten sonra o artık herkesin Müslüm Gürses’iydi.
"Yakarsa dünyayı garipler yakar" dedi, kendini yoktan var etti. Şanlıurfa’nın bir köyünde dünyaya gelen Müslüm adını sanat tarihine altın harflerle yazdırdı.
Alıntı:Cnntürk