Sabahattin Ali’nin okumaktan usanmadığı, deyim yerindeyse favori beş kitabını sıraladık.
Türk edebiyatının büyük toplumcu yazarlarından Sabahattin Ali 25 Şubat 1907’de Kırklareli’de dünyaya gelir. İstanbul’daki Muallim Mektebi’nde aldığı iyi eğitim sayesinde kariyerine Yozgat’ta öğretmen olarak başlar. Eğitim için gittiği Almanya’da Turgenyev, Edgar Allen Poe, Thomas Mann gibi yazarların eserlerini tanır ve onlardan etkilenir. Yurda dönüşünde öğretmenliğe kaldığı yerden devam eden yazar Nâzım Hikmet’in deyimiyle; ‘’Türk edebiyatının büyük şehididir.’’ Toplumcu gerçekçi bir zemine oturttuğu yazarlığı neticesinde Kuyucaklı Yusuf, İçimizdeki Şeytan, Değirmen, Sırça Köşk gibi eserler verir. Bugün hala okumadan edemediğimiz, içeriğiyle de üslubuyla da bizi fevkalade şekilde kendisine çeken Sabahattin Ali, bilindiği üzere 2 Nisan 1948’de hazin bir şekilde öldürülür. Geriye bestesinin de yapıldığı ‘’Aldırma Gönül’’ gibi kalbimize dokunan şiirleri, sözleri ve eserleri kalır. Ali’nin okumaktan usanmadığı, deyim yerindeyse favori beş kitabını sıraladık. Yazar bu listeyi 1935 yılında, Yücel Dergisi’nin 19. sayısında aktarıyor. Bizim de ilklerimiz arasında olanları vardır belki, kim bilir…
1. Budala (Dostoyevski)
İmkânsızlıklar ve problemlere karşın, tabiri caizse oturduğu yerden bir yazarın böylesi tasvirler yapabilmesi… Dostoyevski’yi büyük kılan vasıflarından biri belki de budur. Öyle ki ‘’Suç ve Ceza’’yı okumadan roman okunmuş olmayacağı dahi söylenir. Büyük Rus yazarın Budala adlı eseri önemli ölçüde otobiyografik ögeler taşır. Romanın kahramanı Prens Mışkin, tıpkı Dostoyevski gibi saralıdır. Tedavi gördüğü İsviçre’den yurda döndüğünde elinde hiçbir şey kalmaz. Buna karşın Prens Mışkin adeta bir gönül adamıdır ve saf iyiliğin bir portresi gibidir. Çevresi de onun bu yönünü garipser ancak onsuz da edemez. Yazar, eserini ithaf ettiği yeğeni Sonya’ya yazdığı bir mektupta romanın ana unsurunu şöyle anlatır: “Niyetim bütünüyle iyi bir insanı anlatmak.” Tanıtım bülteninden de bir alıntı: ‘’Mışkin’in masumiyeti, dürüstlüğü ve alçak gönüllülüğü, dahil olmak istediği toplumun değerleriyle açık bir tezat oluşturur. O, dünya nimetlerinden ve hırslarından arınmış, peygamberimsi vasıflarıyla kusursuz bir iyilik timsali gibidir…’’
2. İnsanlık Durumu (André Malraux)
Fransız romancının tamamen toplumcu gerçekçi bir temayı ele aldığı başyapıtıdır. Şanghay’ın 1927 senesinde millici ordularca ele geçirilmesi ve ardından kentte yaşanan komünist kalkışmanın öyküsünü anlatır. Birkaç günlük zaman dilimini işleyen eser komünist liderleri ölüme sürükleyen neticeleri ve işçi kalabalıkların teslimiyetini de ele alır. İngiliz yazar Christopher Hitchens bu başyapıt üzerine şunu söyler: “İnsanlık Durumu, Çin Devrimi’nin trajedisini kurmaca alanına taşıyan bir eser. Malraux, Şangay’daki acı ve kargaşa dolu epik anları betimlerken sahipsiz bırakılan bir devrimin trajedisini anlatıyor.” Kitabın da içeriğe dair arka yazısından bir bölüm: ‘’İnsanlık Durumu, 1927 Şanghay işçi grevini ve ardından Çan Kayşek’in Kuomintang’ın eski komünist müttefiklerine karşı başlattığı baskı ve tevkif dalgasını konu eder. Başkent Pekin’in ve Çin komünist devriminin geleceğini belirleyen olaylar, karakterlerin trajik yazgılarıyla iç içe geçer. İnsanlığın içinde bulunduğu karamsarlık ve yalnızlığın yoldaşlık duygusuyla giderilebileceğini düşünen karakterler şiddet ve entrika, ölüm ve ıstırap dolu bir sarmala sürüklenirler. Malraux’nun kahramanları politik idealizmin erdemleri kadar zaafları ve çelişkileriyle de yüzleşirler.’’
3. Taranta Babu’ya Mektuplar (Nâzım Hikmet)
Faşist Mussolini İtalya’sında geçen Taranta Babu’ya Mektuplar, adından da anlaşılacağı üzere bir mektupla başlar. Hemen söyleyelim ki Nâzım Hikmet bu eserini Fransız gazeteci ve yazar Henri Barbusse’e ithaf edilir. Mektubu yazan kişi kendi dilini istediği şekilde kullanamadığından başka dillerle ilgilenmiş bir kişidir. Farklı Roma panoramalarının betimlendiği eser Roma’nın arka yüzünü, sefil yanını, yoksul halkını da kendine dert edinir. Tiyatro sahnesinde de oynanan eserden bir alıntı yapalım:
Mussolini çok konuşuyor TARANTA – BABU!
Tek başına
yapayalnız
karanlıklara
bırakılmış bir çocuk gibi
bağıra bağıra
kendi sesiyle uyanarak,
korkuyla tutuşup
korkuyla yanarak
durup dinlenmeden konuşuyor.
Mussolini çok konuşuyor TARANTA – BABU
çok korktuğu için
çok konuşuyor!
4. Ve Durgun Akardı Don (Mihail Şolohov)
Meşhur Sovyet yazarı Mihail Şolohov’un başyapıtı, tüm zamanların da en önemli romanlarından biridir. Toplumcu gerçekçi bir çizgide yazılan eser dört ayrı bölüme ve cilde sahiptir. Esere adını veren Don bölgesi, Rusya’da savaşın, devrimin, mücadelenin geçtiği yerlerden biridir. Öyle ki bu büyük romana ‘’Don bölgesinin destanı’’ dahi denilebilir. Tanıtım yazısından: ‘’Birinci ciltte Don Kazakları’nın Çar dönemindeki yaşam koşulları, gelenekleri, görenekleriyle dile getirilir. Bu cilt, nehir romanın kahramanlarını ve ruh durumlarını da tanıtır. İkinci ciltte, Birinci Dünya Savaşı, 1917 Kerenski Hükümeti dönemi, General Kornilov Olayı ve 1917 Ekim Devrimi’yle, roman kahramanlarının bu olaylardaki durumuna ayrılmıştır. Üçüncü ve dördüncü ciltlerde Don Kazakları’nın ayaklanmaları, Don bölgesinde kurulan bağımsız cumhuriyetler, İç Savaş ve Avrupa’nın bu iç savaştaki rolü irdelenir.’’
5. Klim Samgin’in Yaşamı 40 Yıl (Maksim Gorki)
Sovyet sosyalist yazarı Maksim Gorki bilinebileceği üzere politik eylemciliği yönüyle de tanınır. Hemen tüm yapıtları da bu yönünün yansımalarıyla doludur. Klim Samgi’in Yaşamı 40 Yıl, yazarın artık ustalık evresinde verdiği ve son yapıtıdır. Yazar meselesini anlatmak adına tüm dünyada değişimlerin başlamaya yüz tuttuğu 1870’li yıllardan Ekim Devrimi’ne değin geçen süreyi seçer. Felsefi, psikolojik dokunuşların da yer aldığı yapıt ayrıca dört cilttir. İçeriğe dair tanıtım yazısını aktarabiliriz: ‘’1870´li yılların ortalarından başlayarak 1917 Devrimi´ne kadar çelişkilerle, kavgalarla ve düşünsel çatışmalarla geçen dönemin ruhsal ve entelektüel yaşamını ortaya koymakta, dönemin barometresi sayılan, toplumdaki siyasal kamplaşmaları ve sınıf bilinci gelişimini çok kesin olarak yansıtan orta sınıf Rus aydın kesimine özel bir yer vermektedir. Sovyet Edebiyatı´nda, destansı boyutlara varan ilk ideolojik, toplumsal-felsefi aynı zamanda da toplumsal-psikolojik yapıttır.’’
LİSTELİST